top of page

Aramızdan Biri

  • Yazarın fotoğrafı: İdil GÜNEŞ
    İdil GÜNEŞ
  • 25 Tem 2024
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 30 Ağu 2024

Bu olay dünyanın dört bir yanında baş gösteren savaşlardan kaçan insanları bir arada bulunduran küçük bir kasabada meydana gelmişti. Her ırk kendi sınırlarını çizmiş ve her topluluk diğerlerinden olabildiğince uzakta, gerekmedikçe iletişim kurmamaya çalıştıkları bir hayat sürüyorlardı. Keskin bir şekilde çizili bu görünmez sınırları, konumundan ötürü kasabanın her ucundan görülebilen bir bar yıkıyordu sadece. Bu bar tüm kasabalının en uğrak noktası olmakla birlikte içeri girildiği anda insanların ikincil kimliklerini unutturuyor ve kişiler sadece ‘insan’ olarak değerlendiriliyordu. Huzuru ve düzeni bozmadığın sürece kimse kökenlerini umursamıyordu bu mekanın içerisinde. Olayların yaşandığı gece de böylesi bir barışçıl ortam hüküm sürüyordu. İnsanların ölüleri uykusundan uyandıracak kadar yüksek kahkahaları barın yer yer çatlamış camlarından, kışın kimselerin yanına oturmaya istekli olmadığı kırık duvarlarından yankılanarak kasabanın her bir ucuna ulaşıyordu. Bu huzurlu ortamı çalınan şarkılar süslüyordu. Cazdan başka bir şey çalınmayan barda o gece durmadan Charles Mingus’tan Goodbye Pork Pie Hat çalıyordu. Her masa kendi içerisinde gruplaşmıştı ve her bir insan bu minik topluluklar arasında yeni yüzler görmenin ve farklı insanlarla bir araya gelmenin heyecanını yaşıyordu. Bu kalabalığın arasında bir masa vardı ki herkes tarafından göze çarpıyor ve diğer masalardakilerin burada dönen muhabbete dahil olmak istemelerine sebep oluyordu. Farklı ırklardaki insanların bulunduğu bu genişçe masada kasabanın önde gelen isimleri oturuyor ve aralarında o gece nasıl bir oyun oynayacakları hakkında konuşuyorlardı. Bu yerde yasalara önem verilmezdi, ki bir kişinin canına mal olmadığı sürece her zevke anlayışla yaklaşılırdı. Kumar her ne kadar bu kurala tam olarak uymasa da bu eğlencelerden biriydi. Kişi milyonlar kaybetse, evi elinden alınıp borçları yüzünden eşi veya çocukları satılsa dahi bu onun kendi seçiminin bir sonucu olduğundan o kişiye kimse acımaz, kimseler engel olmaya çalışmazdı. Yine de bu kadar serbestliğe rağmen kasabada böylesi riskli işlere meraklı çok fazla kişi bulunmazdı. Herkesin merakla gözlerini dikip, kendi masalarındaki sohbeti dinlemeyi bırakıp da onların konuşmalarına kulak kabartmalarına sebep olacak bu tuhaf masadaki adamlar hariç kimseyi bulamazdınız bu oyuna meraklı. Bu masadakiler de öyle herkesi kabul edecek insanlar değillerdi. Kuralları vardı bu ahlaksız oyunun, ki bazen çok acımasız olabiliyordu. Basit şeyler üzerine iddiaya girmiyorlardı mesela. Evleri, arabaları, şirketleri ve hatta aileleri üzerine oynanıyordu oyunlar. Hileye asla tahammülü yoktu hiç kimsenin. En ufak bir hile saptanırsa bunu canlarıyla ödemeleri gerekiyordu ki bu kasabalının asla onaylamadığı ve bu oyunu sadece uzaktan izlemelerine sebep olan şeydi. Her ne kadar kınıyor gibi görünseler de neredeyse hepsi heyecanla birinin hilesinin açığa çıkmasını bekliyordu. Bunu umuyorlardı hatta. Savaştan, ölümden, kandan ve ölülerden kaçarak sığındıkları bu kasabada huzur yerine vahşet arzuluyorlardı ama kimse bunu sesli söyleyecek kadar cesaretli değildi. Herkes aynı şeyi arzulasa dahi bir kişinin bunu açıkça ifade etmesi kendilerine ve içlerindeki bu canavarımsı kişiliklerine olan öfke oklarını yalnızca o kişiye doğru çevirmesine ve kendi vicdanlarını yatıştırmak için o kişiyi paramparça etmelerine sebep olacaktı. Herkes de bunun bilincindeydi. Masada ise oyun öncesi derin bir sessizlik hakimdi. Herkes birbirine bakıyor ve bu gece bu oyundan hiçbir şey kaybetmeden çıkabilmeyi umuyorlardı. Alman bir adam babasından ve ona da onun babasından kalma olan bir aile yadigarı araba ortaya koymuştu o gece. Fransız, geçen oyunda hem evini hem de çok sevdiği değerli kızını kaybettiğinden bu sefer eşi üstüne girmişti iddiaya. İtalyan olan sağ elini vermeye hazırdı. Kara borsada bunun ne kadar değerli olduğunu kanıtlaması ve oyuna kabul edilmesi biraz uzun sürmüştü. İspanyol olan neredeyse tüm kasabayı satın almasına yetecek değerdeki bir pırlantayı sunmuştu ve son olarak aralarına yeni katılan bir Japon iki eviyle oyuna girmişti. Çok geçmeden oyuna başladılar. Kartlar dağıtılıyor, atılıyor, toplanıyordu. Bazıları soğuk terler döküyor bazıları ise zaferin gelişini erkenden görmüş gibi sırıtıyorlardı. Oyuncuların yanı sıra masanın her bir yanında güvenilir birileri nöbet tutuyor ve olası hilelere karşı dikkatle oyuncuları inceliyorlardı. Tüm barın gözü bu masadaydı, herkes heyecanla kanlarını kaynatacak bir olayın patlak vermesini umut ediyordu. Oyun oyuncular hariç herkes için ölüm yavaşlığında ilerlerken Fransız olan bir şey hatırlamışçasına elini kaldırdı. Diğerleri ne olduğunu soran gözlerle ona bakıyordu. Fransız “Oyun etiklerimize göre son katılan oyuncumuzun bize bir ikramda bulunması gerekiyordu beyler, unutmadınız değil mi?” diye şakayla karışık bir soru yöneltti. Tüm gözler Japon olan yeni üyedeydi. Kendisi tipik bir Japon insanıydı. Sürekli resmi kıyafetler giyer ve insanlarla ilişkisini de olabildiğince resmi tutardı. Soğuk havasına rağmen herkes tarafından sevilen masum bir gülüşü vardı ki birçok kişi bu sıcak gülümsemesine kanıp onun peşinden koşardı. Yine sevimli bir şekilde sırıttı ve “Haklısınız, her ne kadar hediyenizi getirmiş olsam da oyunun heyecanından aklımdan çıkmış olmalı, buyurun.” diyerek yanındaki kutuyu masanın üzerine koydu. Bu esnada oyuna ara vermişlerdi. Kutunun içinden rengi görenleri hayran bırakacak derecede güzel bir şişe çıktı. “Sake. Ülkemde çok sevilerek içilir. Sizin de seveceğinizi umuyorum.” dedi Japon olan. Alışılmış sake şişelerinden farklı olarak kan kırmızısı bir renge sahipti bu cam şişe. İçindeki sakeye çarpan ışıkların yansımasıyla kırmızı yakutu andırıyordu görüntüsü. “Madem şimdi açtın o zaman doldur da içelim oyuna devam ederken.” diye araya girdi Alman adam. Japon genç yine samimi bir gülümseme sundu masadakilere. Bu her zamankinden daha yoğun daha neşeli bir gülümsemeydi. Şişeyi gösterişli bir şekilde açarak her bir konuğa özenle ikram etti. “Sen içmiyor musun delikanlı?” diye sordu İspanyol. “Sizlere getirdiğim hediyeyi içmem benim etiklerime yakışık kalmaz efendim, sizler için lütfen. Ben bir beyaz şarap sipariş edeceğim.” diye karşılık verdi genç üye. Herkes başıyla onaylayıp oyuna devam ettiler. Oyun ikinci seferinde İspanyalı adamın kafasıyla masaya doğru düşmesiyle durdu. Herkes şaşkınlık içinde neler olduğunu anlamaya çalışırken masadaki her bir oyuncu teker teker oldukları yere yığılmaya başladılar. Tüm barı bir telaş kaplamış herkes oradan oraya koşturuyordu. Sadece Japon sakindi. Sessizce bekliyor ve hiç kıpırdamadan etrafını izliyordu. En sonunda ayağa kalkmaya karar verdiğinde tüm bar sessizce onu izlemeye koyuldu. “Oyun kurallarına göre masada bir kişi hayatını kaybederse öne sürdüğü şeyler diğer oyuncular arasında bölüşülür.” sırıttı ama bu sefer dehşet bir gülümseme vardı yüzünde. Herkesi korkudan titretecek bir gülüş ve devam etti konuşmasına “…ve görüyoruz ki tüm oyuncu arkadaşlarım hayata gözlerini yumdu. He ne kadar yüreğim buruk olsa da bu ekibin en yeni üyesi olarak onların kurallarına saygı duymak en büyük vazifem. Bu nedenden bugün öne sürülen her şeyi kendi adıma aldığımı tüm kasabalıya sizler aracığıyla duyuyorum. Bu masadaki her şey benimdir.” Herkes neler olduğunu çoktan biliyordu. Sake zehirliydi. Buna rağmen kimse karşı koyma cesaretinde bulunmadı. Herkes sorundan uzak bir hayat istiyordu. Çevrelerindeki sorun kendilerini etkilemediği sürece izlemeye değer bir tiyatro oyunuydu sadece. Onlarsa bu ücretsiz gösterinin tadını çıkarıyorlardı dehşet içinde. Japon olan masadaki tüm belgeleri ve eşyaları aldıktan sonra kapıya doğru yöneldi. Zafer onundu. Her şeyi kazanmıştı. Bundan sonra geleceği hakkında endişelenmeden yaşayabileceği kadar zengin olacaktı. Kapıya doğru elini uzattı ama yere yığıldı. Neler olduğunu anlayamadan titremeye başlamıştı. Nefes alışı zorlaşıyor ve midesi bulanıyordu. Biri kalbini avuçları arasında sıkıyor gibi hissetti. Bir an etrafına bakındı kimse yoktu. Gözleri karardı. Bir an gözlerini açtı ve etrafı masadaki oyun arkadaşlarıyla çevriliydi. Yaşıyorlardı ama nasıl? “Beni kandırdınız!” diye sessizce inledi. “Kandırmak? Tabii ki hayır. Yeni üyemize bunu nasıl yapabiliriz. Sadece üyemizin de bizzat önem verdiği oyun kurallarımızdan en önemli maddeyi yerine getirdik. Oyun esnasında dolandırmaya çalışan herkes ölür.” dedi Alman adam yüzünde sinsi bir gülüşle. “Gerçi hakkını vermemiz gerek. Bu zamana kadar hep kartlar üzerinden hileler yapıldı. Birinin canımızı almaya çalışacağını düşünememiştik. Sanırım sen de kasabadaki tüm kötü işlerin bu masadaki bizler tarafından yönetileceğini düşünemedin. Talep ettiğin zehri sağlayan arkadaşla aynı masada oturuyorsun. Gerçi kendisi bir karışıklık yapıp ‘yanlışlıkla’ zehir yerine lezzetli bir şurup satmış sana.” diyerek Fransız arkadaşını işaret etti. “Hepinizin canı cehenneme!” diyebildi Japon genç gözleri tamamen kapanmadan önce. “Cehenneme ulaşmadan önceki son sözlerinin böyle olması ne tatlı değil mi?” diye sordu arkadaşlarına İspanyol. Adamların çirkin kahkahaları bir kez daha yankılandı kasabanın her bir ucunda. Masalarına dönüp neşeyle oyunlarına devam ettiler. O gece İtalyan tek bir eliyle ayrılırken, Fransız adam kendisini lanetleyen karısını arkada bırakarak bir sonraki oyunda ortaya ne koyabileceğini düşünüyordu. Alman adam emektar arabanın anahtarını huysuzca masaya bırakıp çıkmıştı bardan. Tüm ganimetleri toplayarak sevinçle ayrılansa İspanyol olandı. Bugün şans ondan yanaydı.


Bu hikaye rastgele seçilmiş üç kelimenin bir araya getirilmesi ile yazılmıştır.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page