Küçük Bir Hediyem Var Sana
- İdil GÜNEŞ

- 21 Kas 2024
- 8 dakikada okunur
Tik. Tak. Mesai saatinin bitmesine kalan azıcık zaman geçmiş onca saatten daha yavaş ilerliyordu sanki. Normalde dikkatimi vermeyeceğim yelkovanın hareketi sinirlerime dokunacak kadar yüksek bir ses çıkarıyordu bu sefer. Gelen felaketin farkındaydım ama yine de karşı konulamaz bir merak duygusu vardı içimde. Bunları düşündüğüm esnada biraz daha yaklaşıyordu vakit. Bahsettiğim şey kendi iş saatim değildi. Aksine benim için işler daha yeni başlıyordu. Şehrin üsttekiler tarafından terk edilmiş arka sokaklarından birinde ufak bir dükkan işletiyordum. Her yaştan insanın katılabileceği türden litografi kursları vermekti işim. Bu işe nasıl başladığımı anlatmak içinse şu andan birkaç yıl öncesine dönmemiz gerekiyordu. Kanımın hızlı aktığı gençlik zamanlarımdı. O zamanlar litografi sanatına yeni yeni merak sarmıştım ve yaptığım her şeyin birinci kalite işçilik olduğuna çok emindim. Kendime olan bu fazlaca özgüvenimle bulduğum her sergiye katılıp, gördüğüm her sanatçıyla arkadaşlık kurmaya çalışmamın ardından sanata dair yeteneğimin beş yaşındaki bir çocuğunkine eşdeğer olduğunu fark etmem epey bir zaman almıştı. Arkadaş olarak nitelendirip eserlerim hakkında yaptıkları her türlü şakaya onlarla beraber güldüğüm insanların düşündüğümün aksine ciddi bir eleştiri yaptıklarını fakat kimsenin bu kadar sert eleştiri alacak kadar kötü eserler yapabileceğini düşünmediğimden – özellikle kendi eserlerimin mükemmel olduğuna çok güveniyordum- dediklerini ciddiye almamamın beni ne kadar aşağılık bir duruma düşürdüğünü fark etmem de bir o kadar uzun sürmüştü. Ne yazık ki ciddilermiş. Hayatımı başından sonuna kadar sorgulayıp aylarca depresyonda kalmama sebep olacak bu öz farkındalıktan sonra kendime bu ufak yeri bir tanıdık vasıtasıyla bulup, icra ettiğim korkunç sanatımı sanattan anlamayan insanlara aktarabileceğim bu kursu açmıştım. Her şey yolunda gidiyordu ta ki birkaç ay önce benden akşamları özel ders almak isteyen tuhaf bir adam hayatıma girene kadar. Tuhaf dediysem de başta gayet normal biriydi. Hemen hemen benim yaşlarımdaydı. Anlattığına göre adı duyulmuş iyi bir veterinerdi ve kendine ait büyük bir kliniği vardı. Hayvanları seven insandan zarar gelmeyeceğini düşünmüşümdür hep bu yüzden başta kendimi ona yakın hissetmedim desem yalan olur. Bir de üstüne yaptığım eserleri övünce gururum okşanmıştı. Çizimlerin öyle herkese hitap edecek türden şeyler değillerdi. Bırakın alanında usta olan sanatçıları yoldan geçen herhangi biri bile hiç bilgisi olmadan kötü yorum yapacak bir tarafını bulurdu. Elamanın gerçek sanattan anlayan gözleri var demiştim kendime. Ne var ki hissettiğim bu yakınlık bahsi geçen arkadaşın tuhaf kişiliğini yavaşça göstermesiyle bir şaşkınlığa, ardından da korku ve nefrete dönüşmüştü. Dersleri ciddiyetle dinliyor ve anlattıklarımı kolayca kavrayıp hemen icraata döküyordu. Böyle giderse birkaç aya kalmaz o bana bir şeyler öğretmeye başlar diye düşünmeden edememiştim. Yeteneğine diyecek yoktu ama sorun kişiliğindeydi. İnsan psikolojisinden anlayıp insanlara teşhis koyabildiğim söylenemez tabii ama bu adamın normal olmadığını anlamak için de bu alanda eğitim almış olmama ihtiyacım yoktu. Her ders bana ufak tefek hediyeler getiriyordu. Ona bunu yapmasına gerek olmadığını defalarca söylediğim halde beni dinleyecekmiş gibi görünmüyordu. Sorun hediyelerde de değildi. Aksine işime yarayacak birkaç parça şey getirmiş olsa hiç çekinmeden daha fazlasını talep ederdim. Fakat bana getirdiği şey köpek mamasıydı. Bildiğimiz köpek maması. Farklı çeşitlerden, farklı markalardan bir sürü getiriyordu. Ona bir köpeğim olmadığını ve bu mamaları bana getirmesinin israf olduğunu söylediğimdeyse dediği şey beni çıldırtmıştı. “İyi de efendim ben bunları sizin için getiriyorum zaten. Bir başka köpek için değil.” Demişti. Ne yani ben bir köpek miydim? Bana bunları yememi mi söylüyordu? Hayır, köpekleri severim. İnsanlardan daha sadık canlılardır. Yine de her insan gibi biri bana köpek ithafında bulunursa bunu şahsıma hakaret kabul etmem gayet doğal değil mi? Gerekeni yapıp kavga ettim. Bir güzel çaktım yumruğu suratına. Zavallı neye uğradığını şaşırdı. Korkudan bir kenara sindi ve bacaklarını ellerinin arasına alıp köşede titremeye başladı. Asıl köpek kim şimdi ha diye geçirdim içimden ama üzülmüştüm de haline. Bu kadar korkacağını bilsem tartışma zahmetine bile girmezdim. Ayrıca kendisi aldığı özel dersler için iyi bir para veriyordu bana. Anlayacağınız kaybetmek istemeyeceğim türden bir müşteriydi. Bu yüzden sinirimi yatıştırıp yanına yaklaştım ve kendisinden özür diledim. Hala korkusu geçmemişti ama sesimdeki acımış tonu hissetmiş olacak ki sözümü ikiletmeden ayağa kalktı ve dersimize kaldığımız yerden devam ettik. Artık böyle saçma şeyleri getirmeyecek diye düşünmüştüm o gün. Düşüncelerimin ne kadar boşa olduğunu anlamam çok uzun sürmedi ne yazık ki. Ertesi gün yine bir hediye paketiyle gelmişti yanıma. Öfkeyle yüzüne baktığımda ona tekrar vuracağımdan korkup bir kaç adım geriye gitmişti. Bana artık mama getirmeyeceğini bu sefer başka bir şey hazırladığını söyleyince hediyeyi elinden alıp paketi açmaya koyuldum. Haklıydı getirdiği şey köpek maması değildi. Köpeklerin oynaması için tasarlanmış bir top getirmişti. Yüzümü kaldırıp kendisine baktığımda heyecanla tepkimi beklediğini gördüm. Bir şey söylemeden bir kendisine bir topa bakıyordum. Tepkimi yanlış anlamış olmalı. Bağırıp çağırmadığımı görünce yüzünce kocaman bir tebessüm oluştu. O an karar verdim. Bu adam deliydi ya da en azından aklı bir şeyleri düzgün kavramaya yetecek kadar gelişmemişti. Acıdım haline. Ne desem ne kadar bağırsam boş. Deli sonuçta sinirlensen ya da vursan bile kızgın olduğunu anlayamaz sadece tehlikede hissedip korku duyar. Dediğim gibi haline acımış olduğumdan topu bir kenara bırakıp derse başladım o gün. Bu iyi niyetimi sonuna kadar suistimal etti elbette. Her gün farklı bir oyuncak getiriyordu, bense sesimi çıkarmadan ders vermeye devam ediyordum. Tek temennim derslerin yakın zamanda bitecek olmasıydı. Onunla yaptığımız sözleşmenin bitmesine üç haftadan az bir süre kalmıştı. Kalan zamanda da sabredersem sadece paramı almayacak üstüne bu tuhaf adamı bir daha görmek zorunda da kalmayacaktım. Bahsettiğim son haftalar da sakince geçti ve bugüne geldik. Son ders saatimizin olduğu gün. Huzur içinde biteceğini düşündüğüm son dersim, rahatsız edicilikte uzman olan bu arkadaşın dün benden yalvar yakar aldığı sözle mahvolmak üzereydi. Bir daha birlikte ders yapamayacağımızdan dolayı özel bir veda hediyesi hazırladığını söyleyip yarın beni her zamanki saatte atölyemden gelip alacağını bildirmişti. Bahsettiği zaman dilimi gelip çattığı için tüm odağımı kapıya yöneltmiş ve açılmasını bekliyordum. Birazdan bu kapı açılacak ve her yanından tuhaflık yayılan bir adam tarafından hiç bilmediğim bir yere götürülecektim. Bana neden böylesi korkunç bir teklifi reddetmediğimi sorabilirsiniz. Cevabım reddedemediğimdi. O kadar iyi bir şekilde manipüle edilmiştim ki tamam dememden öncesini hatırlayamayacak kadar yıkanmıştı beynim. Sahi ben neye olur demiştim? Kapı açıldı ve adamımız içeri girdi. Yüzünde daha önce gördüklerime nazaran daha farklı bir sevinç vardı. Hazır bir şekilde beklediğimi görünce bu neşesi daha da katlanmıştı. Keşke de beklemeseydim. Durduk yere birilerini mutlu etmek istememiştim ama olan olmuştu artık. Adamın gidelim mi demesiyle oturduğum tabureden kalkıp dükkanı kapatmaya koyuldum. Ben etrafı toplarken ona dışarda beklemesini söyledim ama o yardım etmekte ısrar etti. Asıl amacım olabildiğince yavaş bir şekilde hareket edip bu süpriz işini elimden geldiğince ertelemekti. Bu mümkün olmadı. Ahmak adam o kadar heyecanlıydı ki kendi önündeki işleri bitirip benim elimdeki işleri de hızlıca yaptı ve geriye bir şey kalmayınca dükkanı kapatıp onunla çıkmaktan başka çarem kalmadı. Dışarı çıktığımızda arabasının dükkanın az ilerisinde park edildiğini gördüm. Her nereye gideceksek yürüyerek gitmeyi tercih ederdim. Böylece kaçmamı gerektirecek bir durum olduğunda daha kolay kaçabilirdim ama tabii ki bu da mümkün olmayınca el mahkum bindim arabaya. Uzun olduğunu düşündüğüm ama yarım saati geçmeyecek bir araba yolculuğundan sonra etrafı alabildiğine ağaç olan büyükçe bir malikaneye geldik. Etrafın tenhalığı beni ürküttüyse de karşımda duran saray vari evin karşısında hayranlığımı gizleyemedim. Bana bu muhteşem yeri hediye etmeyeceğine göre oturup karşılıklı bir şeyler içer birlikte veda partisine benzer bir şeyler yaparız diye düşündüm fakat budala beyefendimiz eliyle arka bahçeyi işaret edip süprizi oraya hazırladığını söyledi. Başka bir şeyler vardı ama neydi? Korku ve endişeden avuç içlerim terlemişti. Dizlerim titreye titreye takip ettim adamı. Hazırladığı şeyi gördüğümdeyse çığlık attım. Sevinçle atılan bir çığlık değildi bu. Dehşet verici olanlardandı. Karşımda orta yaşlarda bir adam vardı ama benim aksime o ağaçta baş aşağı asılmış bir şekilde bir sağa bir sola sallanıp bağlı olduğu iplerden kurtulmaya çalışıyordu. Ağzı bir bezle bağlı olduğundan söylediği -ya da söylemeye çalıştığı mı demeliyim bilmiyorum- hiçbir şeyi anlayamıyordum. Yardım istiyor gibiydi ama beni yanımdaki bu ruh hastası adamın ortağı sanıp küfürler yardırıyor da olabilirdi. Korku ve şaşkınlık içinde ne yapacağımı bilemez haldeydim. Beni de mi bu şekilde asacaktı? Belki de böyle yüzlerce insanı asıp evine dekor yapmak istiyordu. Belki de hiç duymadığımız ve bundan sonra da duymaya şansımızın olmayacağı bir tarikata adanmak üzere sunulan kurbanlardık. Bilemiyordum. Tek anladığım şey buradan bir an önce çıkmam gerektiğiydi. Kaçmak için arkamı dönecektim ki tüm bu karmaşıklığın sebebi olan adam elinde copla bana doğru geliyordu. Copu üzerime doğru uzatınca vurulacağımı sanıp gözlerimi kapattım. Kabullenmek üzereydim kaçınılmaz sonumu. Ne var ki uzunca bir süre gözlerimi kapalı tutuşumun ardından hiçbir şey tarafından vurulmamıştım. Öleceğim için ağır çekimde mi indiriyordu sopayı kafama diye düşünüp gözlerimi açtım. Adam copu uzatmış almamı bekliyordu. İyi de ne yapacaktım bununla? Kendisiyle savaşmamı mı istiyordu? Düelloya davet miydi bu? Şaşkın bir ifadeyle kendisine bakarken adam da aynı şekilde bana baktı.
“Bay Leke neden havlamıyorsunuz, mutlu olmadınız mı yoksa?”
Bay Leke dediği de neydi? Ayrıca havlamak darken neyi kastediyordu? Demek ki teorilerimde yanılmamıştım. Beni gerçekten de köpek olarak görüyordu. Olayı anlamdıramadığımdan ötürü bir cevap vermeden kendisine bakmaya devam ettim.
“Halbuki her mutlu olduğunda havlarsın. Yaramaz köpek seni. Hadi havla bak sana kemik vereceğim. Yoksa babacığı üzmek mi istiyorsun? Cezalandırayım mı seni?”
Ne olduğunu hala anlamamıştım ama bildiğim tek şey istediğini vermezsem başıma her türlü kötü şeyin gelebilecek olmasıydı. Ve yaptım. Deliler gibi havladım. Bununla da yetinmeyip bir sağa bir sola koşturuyor adamın etrafında yuvarlanıyordum. Ben bunları yaparken adam kahkahalar atmaya başladı.
“Biliyordum! Bay Leke, bu gerçekten de sensin! Seni ilk gördüğüm anda anlamıştım. Baksana insana dönüştüğün halde hiç değişmemişsin hala aynı gözüküyorsun.”
Uzattığı resimlere baktığımda yaşlı bir köpek ve yanında on bir yaşlarında bir çocuk gördüm. Çocuk bizim deli adam olmalıydı. Öyleyse yanındaki köpeğin de Bay Leke olduğuna hiç şüphe yoktu. Sonra bir şey fark ettim. Köpeğin beyaz tüyleri arasında kafasının sol tarafında kahverengi tüyler vardı. Tıpkı benim kelleşmiş alnımın sol yanındaki kahverengi doğum lekem gibi. Beni köpeğinin reenkarnasyonu sanıyor olmalıydı. Bu adam deli veya akılsız değil büsbütün bir psikopattı.
“Hatırlıyor musun Bay Leke, önceki hayatında şu ağaca asılı adam tarafından bir sopayla saatlerce vurulmuştun. Babamın uşağı olduğundan bunu yapmayı kendisine hak görmüş inanabiliyor musun? Seni o gün kaybettiğimde çok üzüldüm ama şu an eskileri konuşmanın gereği yok. Burada benimlesin. Hem de daha da iyisi insan olarak doğmuşsun. Artık birlikte sonsuza kadar yaşayabileceğiz!”
Sağa sola dönmekten ve havlamaktan nefes nefese kalmıştım. Bir şeyler saçmalıyordu ama vücudumdaki adrenalinden dolayı hiçbir şeyi düzgünce kavrayamıyordum. Ne yapmam gerekiyordu. Hayatımın sonuna kadar bir manyağın köpeği olarak rol mü yapacaktım? En başından buraya gelmemeliydim diye düşündüm.
“Sen daha bir köpekken en sevdiğin şey pinyata oyunuydu hatırlıyor musun? Doğum günlerimde her zaman pinyatanın altında bekler ve etrafa dağılan şeker paketlerinin peşinden koşardın. Eski günleri yad etmek adına bu hediyeyi hazırladım sana. Madem bir insansın şimdi kendi ellerinde vurabilirsin.”
Benden elindeki sopayla asılı olan adama vurmamı istiyordu. Bu çılgınlık onun için sadece bir oyundu öyle mi? Reddetmek zorundaydım ne olursa olsun reddetmek. Hayır demek için ağzımı açmıştım ki lafımı böldü.
“Tabii ki sevimli köpeğimin beni üzmesi çok kötü olurdu. Babam beni üzen kim varsa cezasını canıyla öderse tekrardan mutlu olabileceğimi öğretti ve gel gör ki gerçekten işe yarıyor! Bu yüzden daha yeni kavuştuğum köpeğimi hemen kaybetmek benim için dayanılmaz olabilirdi. Neyse ki sevgili Bay Leke sen öyle biri değilsin. Her dediğimi güzelce yerine getirdin. Bu sayede sana bu hediyeyi hazırlayacak cesareti buldum. Şimdi al şunu da başlatalım eğlenceyi.”
Reddedemezmişim. Ölmek istemiyorum. Bu başkalarının hayatlarına son vermek anlamına gelse de yaşamam gerek. Bu nedenle dediğini yapıp uzattığı sopayı elinden aldım ve lanet delinin gözlerimi bir kumaşla kapatmasına izin verdikten sonra sopayı bir oraya bir buraya savurmaya başladım. Başta adamın inleme sesleri kulaklarımda durmadan yankılanıyordu ama bir süre sonra azaldı. Gözlerim görmüyordu da gönlüm de mi kör olmuştu? Hayır apaçık biliyordum birinin hayatına son verdiğimi. Bu gerçeklik bilincimi iyice bulanıklaştırdı. Hareketlerim daha da saldırgan olmuştu. Daireler çiziyor, koşturuyor, bazen bir şeylere takılıp düşüyor ama hemen ayağa kalkıp sopayla bir yerlere saldırmaya devam ediyordum. Bu delilik durumumun ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Kendime geldiğimde gözlerimdeki bez parçası hala duruyordu. Bahçedeki bir ağacın altına uyuyup kalmıştım anlaşılan. Gözümdeki bezi çıkarttığımdaysa sabah olduğunu fark ettim. Bunca saat uyumuştum ve o adam beni uyandırmamıştı. Korkuyla adamın gece yaşanan vahşetin izlerini temizlediğini umarak etrafa bakındım. Temizlememişti. Ağaçtaki uşak kanlar içinde asılı duruyordu. Midem bulanmıştı dağılan vücut parçaları karşısında. Biraz daha bakındığımda ileride bir beden daha olduğu gördüm. Bu bizim deli adamdı. Yakınına gittiğimde gözünün yerinde kocaman bir oyuk olduğunu fark ettim. Dün akıl sağlığımı kaybedip de sağa sola savrulduğum sırada ara sıra sopa bir yerlere çarpmıştı ama ne olduğuna hiç dikkat etmemiştim. Farkında olmadan sopayı gözüne saplamış olmalıydım. Tanıştığımız andan beri bana rahatsızlık veren gözlerinden birinin yerine kocaman bir oyuk vardı artık. O da ölmüştü. Her şey bitmişti. Bir katil olmuştum ama özgürdüm artık. Arkada kanıt bırakmamak adına sopayı da yanıma alarak ormanlık alana doğru yürüdüm. Bu kanlı silahı bir yere gömecek ve hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edecektim. Yarın pazartesiydi. Kursu erkenden açmam gerekirdi ki iyi para kazanabileyim. Sahi bu deli adam parasını vermiş miydi? Geriye dönüp adamın evinden hakkım olan parayı almaya karar verdim.
Bu hikaye rastgele seçilmiş üç kelimenin bir araya getirilmesi ile yazılmıştır.




Yorumlar