Boşuna akarsu, yenilenmedikçe
- Ceren EFE

- 21 Kas 2024
- 5 dakikada okunur
4 Eylül
Son zamanlarda içerisinden çıkılamaz bir adlandırarak anlamlandırma çabası içerisindeyim. İstediğimiz zaman ayrılabileceğimizi bildiğimiz yerlerde bile kapana kısılabildiğimizi öğrendim. Terk etme özgürlüğü, geride bırakma cesaretini yanında getirmiyor ne yazık ki. Her gün bu balta girmemiş ormanı bir o yana bir bu yana iz süren köpek gibi turlayıp belki de hiç var olmayacak bir vaadi gerçekleştirmek için sürükleniyorum. Bir gün o köpeklerden biri gibi uyutulmak için. Benden büyük bir güç artık işe yaramaz hale geldiğimi düşünene kadar çünkü ben karar vermek için çok korkağım.
7 Eylül
Melankolik havam yalnızlığımdan mı geliyor yoksa çabalarımın boşa gitme ihtimalinin gün geçtikçe daha da arttığını düşünmemden mi? Belki de… Neyse. Biraz kafamı yastığa koyup dinlenmem gerek sadece. Kar yağışını izlemenin üzerimde sakinleştirici bir etkisi var.
9 Eylül
Öğle yemeğimi nehir kenarına yürüyüp manzara karşısında yerim. Tadına dayanılmaz konserve yemeğini her gün, görüntüsüne dayanılmaz bir kabinde yiyip de oracıkta hayatıma son vermeyecek kadar iradeli bir insan değilim. Konserve yiyecekleri o kadar uzun zamandır yiyorum ki üzerine eleştirel bir makale yazabilecek kadar radikal görüşlerim var. Normal bir insanın konserve üzerine bu kadar derin düşünceleri olmamalı. Acı, tatlı ya da ekşi değil sadece soğuk. Soğuğun bir tat olabileceğini aklımın ucundan geçirmezdim. Ne yersem yiyeyim dilime değen aynı his. Tat diyemiyorum. Bir süre sonra tat bile almamaya başladım sadece boğazımdan geçip mideme oturduğu için yemek yediğimi anlayabiliyorum. Soğuk. Nehir suları önümden akıp giderken ağzıma bir kaşık daha atarım. Su hiç durmadan ilerlerken ben her gün tekrar tekrar burada kalma kararı veririm. Bir kaşık daha yerim. Belki bir gün ben de kalanların bakıp içini çektiği biri olurum.
11 Eylül
Bu civarda tamamen yalnız olduğumu söylemek yalan olurdu ama aynı zamanda doğru da olurdu. Yalnızlık herkesin bildiği üzere çevredeki insanların azınlığıyla ifade edilen bir terim değildir. Ruhumu açabildiğim insanların çoğunluğu daha doğru bir ölçüt biçimidir. Elbette ki bu korkunç biyomda benimle beraber yaşayan ilkelliğin ilerisine geçememiş insan toplulukları var. Var olmalarının yalnızlığımın üzerinde etkisi olmaması ise beni tek başına olan bir adamdan daha tekil yapıyor. Kendi gelenekleri zaman içinde oluşmuş insanlar arasına katılıp kendi benliğimi korumak istemem ne kadar akıl dışı. Zaten anladığım da yok tek sözlerini. Dışlanmışlık hissi olmadan tamamen yalnız olmayı tercih ederdim. Araştırmalarım için onların bölgesine uğrarım ara sıra. Bazen de nehir kenarına yaklaşırlar ben öğle sancılarımı çekerken. Kendi aralarında şakalaşmalarını uzaktan izlerim. Başkalarının mutluluğu beni daha da üzer. Mutluluk diye bir şeyin olmadığı yalanını söyleyemem artık kendime. Beni fark ederler nadir anlarda, bir yabancıyım sadece gözlerinde. Küçük yerlere gelen her yabancı dikkatleri üzerine toplar, benim dışımda. Hiçbiri kim olduğumu, ne istediğimi merak edip yanıma yaklaşmadı. Ben de, onlar gibi ilkel varlıklara kendi bilimsel amaçlarımı anlatmak istediğimden söylemiyorum bunları. Anladıkları temel bilgilerden çok uzaklarda bu konular. O nadir anlarda parmaklarını bana uzatarak ‘farbalasız’ diye bir şeyler fısıldarlar. Ne demek olduğunu bilmemin imkanı yok ancak yanıma yaklaşmaya bile tenezzül edemeyen bu insanlardan iltifat alabileceğimi de düşünmüyorum. Hakkımda ne dediklerini bilememek beni deliye döndürüyor. Sorsam da ne sorduğumu bile anlamayacaklarını bildiğimden bu lanet yerden ayrılana kadar kulak ardı etmek zorundayım. O fısıldayışlarını çenelerini kırarak bitirebileceğimden emin olsam çoktan harekete geçmiştim ancak bu varlıklardaki umursamazlıkla çenesi kırık ve yerde kıvranırken bile fısır fısır hakaret duyacağımdan eminim. Sosyal anlamda geri kalmışlıkları gördüğüm kadarıyla onları utanç hissetmekten alıkoymuş ve arsızlaştırmış.
13 Eylül
Araştırmamdan yine hiçbir şey bulamadan döndüm. Ülkemin öne gelen doktorlarının söylediklerinden şüphe etseydim bilime karşı mı gelmiş olurdum acaba. Eğer burada tüm hastalıkları iyileştirecek bir çiçek olduğunu söylüyorlarsa gerçekten de doğru olmalı. Onların yıllarca gece gündüz demeden çalışarak kazandıkları deneyimleri sorgulamayı bırak, anlamaya bile çalışamazdım. … Acaba farbalasız yabancı mı demek?
16 Eylül
Bugün dizlerime kadar gelen karın içinde sopamla yolumu bulmaya çalışırken yorulup bir taşın üzerine çökmüştüm. Soluklanırken çantamı ve içindeki not defterimi çıkardım ve şu ana kadar incelediğim alanlardan topladığım bilgilerin üzerinden geçmeye başladım. Yalnızlık ve sessizliğe alıştığım için ileriden çocuk sesleri duyunca irkildim. Sinirle defterimi kapattım. Tek başına yaşadığımdan hiç ses çıkarmadan, ağzımı bile açmadan günler geçirim. Seslere karşı hassasiyetim oluştu. En ufak tıkırtı beni rahatsız edip, dikkatimi dağıtıyor artık. İki çocuk beni otururken görene kadar aralarında şakalaşıp eğleniyordu. Beni gördüklerindeyse suratları ciddileşti sanki keyiflerini kaçırmışım gibi. Alışkın olduğum bu bakışları artık olgunlukla karşılayabiliyorum. Onlar benden kaçıp uzaklaştıklarında hiçbir şey olmamış gibi defterimi açıp okumama devam edecektim ancak onlar gitmek yerine karşımdaki taşa oturup bana bakmaya başladılar. Beni merak ediyorlar diye düşündüm. Yoksa bu vahşilerin arasından sıyrılıp benim gibi olmak isteyenler de mi vardı? Hemen defterimi açtım ki merak edip yanıma yaklaşsınlar. Onlara bildiğim her şeyi öğreteceğim, bu cahillik çukurundan çekip kurtaracağım. Bir süre defterimin sayfalarını hiç okumadığım halde çevirip düşünüyormuş gibi anlıma dokunduktan sonra hala bana yaklaşmamalarından dolayı canım sıkıldı. Kafamı kaldırdığımdaysa birinin oturmuş elinde defter tutuyormuş gibi sürekli sayfa çevirme taklidi diğerininse bacak bacak üstüne atmış sürekli ellerini kollarını abartılı hareketlerle anlına çenesine götürüp beni taklit ettiğini gördüm. Sinirle bacaklarımı ve duruşumu düzelttim. Onları fark ettiğimi gören çocuklarsa gülerken hareketlerini daha da abartılı yapma cesaretini buldu. Ne yapacağımı bilemez halde ayağımı yere vurarak oturduğum yerden kalktım. Bu sefer de çocuklar ayaklarını olabildiğince sertçe yere vurarak oturup kalkmaya başladılar. Artık utancımdan ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim ve elimdeki defteri üzerlerine doğru fırlattım. Çocuğun kafasına isabet ettirdiğim için yere düştü. Bir süre kalkmadı. Düştüğünde kafasını bir yere çarptı diye korktuğum için yanına koştum. Yaklaştığımda çocuk hızla kalkıp suratıma hiç beklemediğim anda kar fırlattı. Ben gözlerimi temizleyip açabildiğimdeyse tek başımaydım. … Uzun lafın kısası artık ne çantam ne bugünkü öğle yemeğim ne de aylardır topladığım bilgileri yazdığım araştırma defterim var.
17 Eylül
Dün geceden beri kara kara düşünüyorum. Bütün bunları buraya yazarken utanmam gerekiyor mu? İnsanın kendine bile itiraf edemediği eylemleri vardır. Hiç o insanlardan olmadım. Kimsenin bunu okumayacağını bildiğimden belki de utanmamam. İki çocuk tarafından küçük düşürüldüm. Her şeyimi kaybettim. Bütün bu bölgeyi dolaşıp eşyalarımı arasam ne fayda? Daha yere saplanmış hareket edemeyen bir çiçeği bulamazken iki ayağı üzerinde oradan oraya koşan bir defteri nasıl yakalayabilirim. Bu zayıflığımı bütün açık sözlülüğümle itiraf ediyorum. Yalnız olduğumda bile yalan söyleyecek kadar nefret etmiyorum benliğimden. Bütün çabalarım başından beri tahmin ettiğim gibi boşa gitti. Artık geldiğim yere dönmemin zamanı geldi. Öğle yemeğimi yemeye çıktığımda Doktor’a beni gelip alması için haber yollayacağım.
----
Doktor en değer verdiği asistanından haber alınamayınca kendisi olay yerine gelip incelemek istedi. Gözleri kabinin olması gerektiği yere iliştiğinde yakılmış bir harabe ile karşılaştı. Bazı açılmamış konserveler yangından kurtulabilmişti. Yarısı yanmış masanın üstündeyse birkaç kelimesi dışında okunamayan bir defter vardı. ‘Onlara bildiğim her şeyi öğreteceğim, bu cahillik çukurundan çekip kurtaracağım.’ cümlesini okuyunca doktorun gözleri doldu. Bu görev için en nitelikli elemanını seçtiğini biliyordu. Onun nezaketi her zaman doktoru gönülden etkilmişti ancak aynı zamanda sonu da olmuştu. Doktorla gelen birkaç çevirmen yerli halkın yanına inip olanları öğrenip yanına geri dönmüştü.
Her zaman kendinden önce başkalarını düşünen asistan, kendi öğle yemeği olan konserveleri yerli çocuklarla paylaşmıştı ancak çocuklar daha önceden bu tarz yemekler yemediğinden midir bünyelerine ağır gelmişti ve içlerinden biri acılar içinde ölmüştü. Çocuklarını açık konservenin yanında ölü bulan aile tüm halkı toplayıp asistanın evini ateşe vermeyi planlamıştı çünkü ateşle ölen diğer tarafta sadece ateş görebilecekti onların kültürüne göre. Ancak yanan evinden kaçmayı başaran adamı nehire koşarken gördüklerinde peşinden koşup nehirde boğduktan sonra akıntının onu taşımasına izin vermişlerdi.
Doktor bu halkın kendilerinden daha az gelişmiş olduğunun farkındaydı. Eğer kendi asistanı burada olsaydı onları affedebileceğini düşünüyordu çünkü kendisi hayatının son anlarına kadar onları bu çukurdan çıkarmak için çalışmıştı. Kendi yazdığı gibi. Onun emeklerini boşa çıkarmamak için bütün bu çalışmanın gelirini yerlilere bağışladı.
Bu hikaye rastgele seçilmiş üç kelimenin bir araya getirilmesi ile yazılmıştır.




Yorumlar