Bilinmez bir ur
- İdil GÜNEŞ

- 30 Ağu 2024
- 10 dakikada okunur
Genç adam o gün tuhaf bir ruh haliyle uyandı. Aslında bu tanımlası zor ve ağızda acı bir tat bırakan his onu tatlı pazar uykusundan uyandırmıştı demek daha doğruydu. Gözlerini açar açmaz her yanını sardığını sandığı siyah gölgeler onu dört bir yandan sıkıştırıyor nefes almasını zor bir hale getiriyordu. Vücuduna neler olduğunu anlamdıramayan genç, ciddi bir hastalıkla karşı karşıya kaldığına emindi. Ölüyor olmalıydı, hayır şu an hayatta olsa bile ölmek üzere olduğu kesindi. Tek başına yaşadığı küçük dairesinde dört bir yana telaşla koşmaya başladı. Kendisinden çokça yaşlı olan bu bina yıllardan beridir almış olduğu her darbeyi bedeninde güzelce saklamış, şimdiyse yanından geçenlerin içinde üstlerine düşme korkusu uyandıran bir harabe haline gelmişti. Bu eski evde genç adam da dahil olmaz üzere toplum tarafından yüz üstü bırakılmış, sefilce bir yaşama mahkum edilmiş birkaç aile daha yaşıyordu. Komşularının aksine maddi durumu daha iyi bir yerde yaşamaya yetecek kadar fazla olan genç sadece rahat bir yaşam için fazladan para vermeyi gereksiz görüyordu. Genç adam bu binada yalnız başına yaşayan tek kişiydi. Bu nedenden ötürü şu anki durumunda yardım istemesi için huysuz ve pek de yardımsever olmadıklarını bildiği komşuları dışında kimsesi yoktu. Birileri onu acilen hastaneye götürmeliydi. Dairesinden dışarı çıkmadan önce hazırlanmak için elbise dolabından kolları yıllardır giymekten ötürü sökülmüş ama yine de iş gören siyah paltosunu ve yatağının üzerinde yer alan cüzdanını alarak dışarıya attı kendisini. Birilerinden yardım istemeliydi. Bunun için üst katta kalan komşularına gidemezdi zira o merdivenleri sağlıklı bir insanın bile çıkması zorken şu anki haliyle bunu denese büyük ihtimalle uçuruma tırmanıyormuş gibi hissettiren dik basamaklarından aşağıya doğru yuvarlanır veya yer yer kırık merdiven korkuluklarına tutunamayıp kendisini bodrum katına çakılmış halde bulurdu. Alt kata zorla da olsa inip orada yaşayan ailenin kapısını çaldı. Uzunca bir beklemenin ardından nihayet birisi kapıyı açtı. Karşısındaki kişinin kim olduğunu fark edemeyecek kadar acı içinde olan adam zorlukla elini karşısındaki komşusuna doğru uzatıp onu hastaneye götürmesini rica etti. Söylene söylene arabasının anahtarını alıp dışarı çıkan komşusu, yardım etmekteki gönülsüzlüğünü her hareketiyle açıkça gösteriyordu ama genç olan bunu umursayıp gurur yapacak bir durumda değildi. Bir an önce hastaneye gitmeliydi. Komşusu şoför koltuğuna geçtiği esnada genç kendini arka koltuğa atıp uzandı. Nezakat kurallarını düşünüp arabanın sahibinden bunun için müsaade edecek kadar gücü kalmamıştı. Tek isteği bu can sıkıcı hasta adamdan bir an önce kurtulmak olan komşusunun da genç adamın yaptığı saygısızlığı pek umursadığı söylenemezdi. Nasıl geçtiğini anlayamadığı yarım saatlik korkunç bir yolculuk sonrası genç adam arabadan aşağı sürünerek çıkıp hastane önündeki görevlilere yardım etmeleri için yalvarırcasına bağırdı. Yardım çığlıkları ölüm döşeğindeki bir adamın acı içinde yakarışlarını anımsatıyordu. O esnada onu hastaneye getiren adam sahip olduğu tek tatil gününü sadece aynı apartmanda yaşadığı bir adamla hastanede harcamaya hiç istekli olmadığı için haber verme gereği dahi duymadan eve dönüş yoluna koyuldu. Hastanedeki görevlilerse yüzüne ölüm izleri işlemiş adamı koşarak sedyeye aldılar. Servise taşınan adam yanındaki görevlilere kalbinde bir sıkıntı olduğunu ve bu acının nefes almasını neredeyse imkansız kıldığını söylüyordu. Görevliler telaş içinde bir oraya bir buraya koşup bir çok test yapıp sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. O an orada bulunan diğer hastalarsa neler olduğunu meraklı gözlerle izlemekteydiler. Gözlerinde acıma veya bir gencin ölmek üzere olduğu gerçeğinden duydukları endişe yoktu, sadece meraktı. Rutine dönmüş olan hayatlarını değiştirecek ve daha sonrasında tanıdıklarıyla bir araya geldiklerinde anlatabilecekleri heyecan verici bir olay. Tüm bu kargaşa yarım saat kadar sürdü. Genç adam için yapılan testlerde hiçbir olumsuzluk göremeyen doktorlar şaşkına dönmüş ve biraz da hayal kırıklığına uğramıştı. Ellerinde tuttukları sonuçlar sağlıklı bir adamın sahip olması gereken tüm değerleri gösteriyordu. Adam sağlıklıydı. Zamanlarını bir hiç uğruna harcamış olmanın verdiği hüsran ve biraz da öfkeyle genç adamı yaka paça dışarı çıkarıp bir daha böyle gereksiz şeyler için hastaneleri meşgul etmemesini söylediler. Genç adamsa doktorların hiçbir şey bilmeyen cahiller olduğuna dair kanıya varmıştı ama zorla kendini içeri aldırtamayacağından eve doğru yola koyuldu. Göğsünden başlayarak tüm vücuduna dağılan ağrı hala devam ediyor olsa da fark edilir derecede azalmıştı. Bunun sadece anlık bir ağrı olduğu kanısına varan genç bir daha böyle bir şeyle karşılaşmamayı umdu. O gün işten izin aldı. İşe başladığı ilk günden beri hiç izin hakkı kullanmamış olduğundan bu onun için pek zor olmamıştı. Zaten bu aralar mektup veya posta yollayan insan sayısı çok olmadığından çalıştığı postanede bir kişinin yokluğu işleri daha zorlu yapmayacaktı. Tek bir sorun vardı ki o da bunca yıl yaşamını sürekli olarak çalışmaya adamış bu gencin boş bir günde neler yapılacağına dair hiçbir fikri olmamasıydı. Minik televizonun karşısına konumlandırılmış ikinci bir kişinin zor sığacağı deri kaplamalı koltuğa oturdu. Tek başına yaşadığından evdeki her şey sadece bir kişinin yaşamasına yetecek kadardı. Fazladan bir kişiye yer yoktu. Genç adamın hayatında ikinci bir kişi de hiç var olmamıştı. Hiçbir zaman baba figürüne sahip olmamış olan hayatı genç bir yaşta annesini de kaybetmesiyle yalnızlığa mahkum kalmıştı. Daha sonları ise kimseyle yakın ilişkiler kurmamaya özen göstermişti. Yalnız başına yapılabilecek en iyi aktivite olarak uyuma saati gelene kadar televizyon izlemeye karar verdi. Ekrandaki kanallar arasında gidip geldikten sonra izlemeye değer bir şey olmadığını anlayıp bu hevesinden de vazgeçti. Bir şeyler izlemek dışında kitap okuyabilir, yıllar önce çalmayı bırakmış olduğu piyanoda birkaç parça çalmayı deneyebilirdi. Birçok seçeneği olsa da içinden bir şeyler yapmak gelmeyince yatağına gidip uzanmayı tercih etti. Su akıttığı için yer yer sararmış tavanını incelerken ne kadar tuhaf bir gün geçirdiğini düşünüyordu. Neyse ki göğsündeki ağrı yok denecek kadar azalmış, bir zamanlar var olduğunu neredeyse unutturmuştu. O esnada aklı çocukluk yıllarına gitti. Küçükken de sık sık hastalanır annesi ona ilaç hazırlarken kendisi yatağında uzanır ve tavanı seyre dalardı. Artık ona bakacak kimsesi olmadığından hasta olmamaya fazladan özen göstermesi gerekiyordu. Bu seferki rahatsızlığının bir kereliğe mahsus bir atak olduğunu düşündü genç ama düşünceleri bahsi geçen o tatsız hissin yeniden ortaya çıkmasıyla son buldu. Acı yeniden ve hatta bu sefer daha şiddetli bir şekilde geri dönmüştü. Fiziksel bir şey değildi, sanki ruhundan sızan karanlık bir ur tüm vücudunun çaresizce kıvranmasına sebep oluyordu. Yatağının yanında yer alan su şişesine uzanmaya çalıştı. Biraz su her şeyi geçirecek diye düşündü. Kolunu zorla da olsa hareket ettirip şişeyi aldı ama güçten yoksun ellerinden kayıp giden su şişesi ulaşamayacağı kadar uzağa yuvarlandı. Su içmekten vazgeçip derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Acı nasıl ilk seferde kendiliğinden geçmişse şimdi de öyle olmalıydı. O gece kaç saat hareketsizce yatakta acının geçmesini beklediğini bilmiyordu ama güneş odanın penceresinden içeriye doğru süzülmeye başladığında kendisini daha iyi hissediyordu. Tüm hafta bu ani ataklar zaman zaman vücuduna saldırmaya devam etmişti. Her biri düzensiz saatlerde olduğundan bu acının oluş sebebini bir türlü anlayamıyordu. Yediği şeyleri not almış, uyku düzenini kontrol etmişti ama hiçbiri bu acıyla bağlantılı değildi. O esnada farklı hastanelere gitmiş her türlü bölümden doktora rahatsızlığı için danışmıştı. Her seferinde ciddi bir vakayla karşı karşıya kaldıklarına emin olan doktorlar hastayı kontrol edip sapasağlam bir vücudu olduğunu fark edince zamanlarını boşa harcayan bu adamı kapı dışarı ediyor ve ona hasta olmadığını sadece aklından zoru olduğunu söylüyorlardı. Çaresizlik ve bilinmezlik içinde olması yetmezmiş gibi bu tuhaf durumu artık sadece vücudunu değil çevresini de etkilemeye başlamıştı. Gündelik işlerini yapmak onun için bir işkence haline gelmişti. Özellikle iş yerindeyken bir çok hata yapıyor ve iş arkadaşlarını her defasında zor durumda bırakıyordu. Bunun bu şekilde devam edemeyeceğini anlayan postane müdürü ona işten bir süre izin almasını söyledi. Bir çalışanı işten çıkarması durumunda tazminat ödemek zorunda olduğunu bilen müdür onu gayriresmi bir şekilde kovmuştu demek daha doğru olurdu. Genç bu durumdan hoşnuttu çünkü işinden uzakta kaldığı ve yapacak başka bir şeyi olmadığı bu süre zarfında kafasını karıştıran ve hayatını zindana çevirmiş olan rahatsızlığının ne olduğunu daha kolay çözebilirdi. Süresiz izninin ikinci haftasına geldiğinde yaşadığı şehirdeki tüm hastaneleri ve hastanelerdeki tüm bölümleri ziyaret etmiş ve hastalığının nedenini bulmaya çalışmıştı ama her seferinde eli boş bir şekilde eve dönmüştü. Yıllardır emeklilik sonrası için biriktirdiği parasını hastanelere harcadığından geçinmeye yetecek parasıysa neredeyse hiç kalmamıştı. Şu an bir işi de olmadığından bir an önce bu rahatsız edici sorundan kurtulması gerekiyordu. Son uğradığı hastaneden de umutsuz bir şekilde ayrılmak üzereyken daha önce hiç uğramadığı, uğramayı aklına bile getirmediği bir bölüme gözü ilişti, psikiyatri. Her ne kadar konunun psikolojisiyle bir bağlantısı olmadığından emin olsa da denemekten bir zarar gelmeyeceğini düşündü. Hastane girişinden sıra alıp doktor odasının önünde beklemeye başladı. Pek fazla insan yoktu bu bölümün önünde. İnsanlar genelde psikolojiyle bağlantılı bir bölüme gitmenin kendilerini deli olarak görmekle eş değer olduğunu düşünür. Genç adam da bu başına gelen talihsiz rahatsızlığı olmasa buraya gelmeyi aklının ucuna dahi getirmezdi. Eğer ki ortada gözle görülür bir hastalık yoksa özel bir tedaviye de ihtiyaç yok demektir diye düşünmüştü hep. Kendi içinde bu tarz düşüncelerle boğuşurken içerden isminin seslenildiğini duydu. Gergin adımlarla odaya doğru ilerleyip doktorun karşısına dikildi. Aşağı yukarı kendi yaşlarında olan doktor, genç adama karşısındaki koltuğu işaret ederek oturmasını rica etti. Genç görünümünden yola çıkarak pek bir tecrübesi olmadığı kanısına vardığı doktorun söylediği gibi karşı koltuğa geçip oturdu. Bilinmezliğin sebep olduğu heyecandan dizleri titriyor, iki de bir ellerini ovuşturarak şekilden şekile giriyordu. Hastanın gerginliğini fark eden doktor onu sakinleştirmek adına günlük konulardan sohbetler açmaya başladı. Hastanın sözlerini yer yer not ediyor her bir kelimeyi dikkatlice yorumluyordu. Ruhu çırılçıplak kalmışçasına incelenmek hastayı daha da rahatsız etmiş ve cümlelerini seçerken fazladan dikkat etmesine sebep olmuştu. Buna rağmen sorulan sorulara doğru cevapları vermeye özen gösteriyordu. Uzun bir konuşmanın ardından doktor sorunun kaynağına dair fikir sahibi olmuştu bile. Zaman zaman kalbini sıkıştırıp nefes alışını zor hale getiren şey ruhunun derinliklerinde yatan bir eksiklikten kaynaklanıyordu. Genç adamın bu derin acıyı çözümlendirmesi ancak ve ancak ruhunun geçmişte aldığı yaraları iyileştirmekten geçiyordu. Doktor bu durumdan söz ettiği esnada adam bir şeyin farkına vardı. Defalarca bu acıyı tetikleyen şeyi aramış olsa da bir sonuç bulamamasının sebebi hep fiziksel bir neden aramasıydı. Lakin bu kuvvetli ağrıyı tetikleyen şey geçmişinin ta kendisiydi. Ne zaman ki geçmişten bir anıyı yad edecek olsa bu tarifsiz sıkıntı vücuduna akın ediyor ve onu acı içinde kıvrandırıyordu. Eski günleri aklına getirdiği her an ruhu yanıyor ve yaşamını zehir ediyordu. Vardığı bu sonucu doktoruyla da paylaştı. Hem hasta hem de doktor bu sıkıntılı duruma sebep olan şeyin geçmişte yatan bir sebepten ötürü olduğu konusunda hemfikirdi. Hastanın zihnini ilk seferde daha fazla zorlamak istemeyen doktor ona üzerinde genç adamın okumakta güçlük çektiği bir yazıyla yazılı reçeteyi uzattı ve ileri bir tarih için yeniden randevu ayarladı. Bir sonraki görüşmelerine kadar genç adamın geçmişi üzerinden detaylıca ama kendini çok yormadan geçmesini isteyen doktor hastasını gülen bir yüzle uğurladı. Genç adam hastaneden ayrılırken içinde bir rahatlama vardı. Bu korkunç hastalığını çözmeye hiç bu kadar yakın olmamıştı. Tüm davanın seyrini değiştirecek önemli bir kanıta ulaşmış bir dedektifin zafer dolu sevinciyle doluydu içi. Doktorunun verdiği ilacı satın almak için yakın bir eczaneye uğradıktan sonra eve dönüş yoluna koyuldu ama o kadar mutluydu ki bu güzel anı hemencecik yıkık dökük evine varıp televizyon karşısında tek başına kutlayarak geçirmek istemiyordu. Yaşadığı şehrin sokaklarını tek tek gezmeye gördüğü her dükkanı ziyaret etmeye karar verdi aniden. Eve olabilecek en dolambaçlı yollardan ulaşmaya çalışıyordu. Mutluluğun verdiği hafif sarhoşlukla farkına varamadan havanın karardığını görünce eve gitmek için biraz daha acele etmeye karar verdi. Her ne kadar yetişkin bir adam da olsa bu şehrin sokaklarını güneş terk etti mi kimse güvende değildi. Hızlı adımlarla eve doğru yürürken üstünde bulunduğu köprünün ilerisinde küçük bir çocuğun durduğunu gördü. Çocuk köprünün pek de yüksek olmayan korkuluklarına yaslanmış aşağıdan akıp giden suyu izliyordu. Daha ne olduğunu anlayamadan adamın yüreğindeki acı tekrar açığa çıktı. Hiç beklemediği bir anda acıyla yeniden karşı karşıya gelen adam serseme döndü. Elindeki poşetten doktorun yazdığı ilacı alıp avucuna doldurduğu hapları su dahi içmeden yuttu. Karşısındaki çocuğa ne kadar yaklaşırsa acı da o kadar şiddetleniyordu. Bu dayanılmaz his onu delirmenin eşiğine getirmişti. Birden bire köprünün kenarında yapayalnız duran bu çocuğa büyük bir kin duydu. Sinirli adımlarla ona doğru ilerledi. O esnada attığı her adım acıyı biraz daha şiddetlendiriyordu. Sebebi bu nerden geldiği belli olmayan çocuktu. Bilinçsizce ona doğru ilerliyordu. Her bir yanından öldürme isteği yayılıyordu adamın. Aralarında bir kaç adım mesafe kala şaşkınlıkla durdu. Çocuğu tanımıştı ama çocuk için aynısı söylenemezdi. Parıl parıl parlayan gözlerinde biraz hüzün vardı çocuğun. Karşısında dikilen adamı fark edince ona doğru dönerek kim olduğunu sordu. Genç adam yanıt vermedi. Tüm vücudu kaskatı kesilmişti. Gördükleri ilacın bir yan etkisi miydi yoksa deliriyor muydu emin değildi. Çocuk tekrar sordu:
“Sen kimsin?”
“Sen gerçek misin?” diye karşılık verdi adam çocuğun sorusunu görmezden gelerek.
“Gerçek ne demek?” dedi çocuk. Adam sessiz kaldı. Verecek bir cevap bulamamıştı. Daha doğrusu bir çocuğa nasıl anlatabileceğinden emin değildi.
“Biliyor musun amca büyüyünce küçük bir tekne alıp bu köprünün altından geçeceğim.” Adam gülümsedi.
“Ah, evet ben de senin yaşlarındayken böyle düşünürdüm. Bu eski köprünün altından bir tekneyle geçecek ilk insan olmayı.” Çocuğun gözleri heyecanla parladı.
“Gerçekten mi?” dedi heyecanla. “Başardın değil mi amca, bana başardığını söyle.” Dedi umut dolu bakışlarıyla.
“Hayır, büyüyünce bunu başarmanın pek de önemli olmadığını fark ettim.” Dedi adam buruk bir tebessümle.
“Keşke yapsaymışsın.” Dedi çocuk. “Keşke.” Dedi adam.
“Peki biliyor musun amca büyüyünce herkes tarafından dinlenen bir piyanist olacağım. Tüm dünya benim şarkılarımı dinlemek için can atacak.” Dedi bu sefer ufaklık
“Benimde öyle hayallerim vardı ama ne yazık ki benden daha iyi olan insanları görünce hevesim kırıldı ve vazgeçtim.” Dedi adam uzaklara bakarken. O esnada acısı biraz dinmişti.
“Çok saçma! Diğer insanlar iyi veya kötü ne fark eder ben asla böyle korkakça sebepler için hayallerimden vazgeçmeyeceğim. Keşke sen de böyle düşünmeseymişsin amca.”
“Haklısın delikanlı, keşke düşünmeseymişim.” Dedi genç adam çocuğu özlemle incelerken.
“Annem şu an biraz hasta. Bana tek başına baktığı için çok yoruluyor. Bir an önce büyüyüp annemi işlerden kurtarmak istiyorum. Söylesene amca senin annen rahat bir şekilde yaşıyor mu?” dedi çocuk merakla.
“Annem…” İç geçirdi adam. “Ben de anneme her türlü güzelliklerle dolu bir yaşam vermek istemiştim ama ben daha büyüyemeden o gitti.”
“Nereye gitti ki?”
“Benim ne kadar çalışsam da ona sağlayamayacağım kadar güzellikleri olan bir yere.”
“Annen şanslıymış ama seni yapayalnız bırakmasaymış keşke.”
“Keşke” dedi adam.
“Baksana amca nasıl bir yerde yaşıyorsun? Kocaman bahçesi ve büyük bir havuzu olan mükemmel bir evde mi yoksa gökyüzünü delecek kadar yüksek bir bina da mı?”
“İkisi de değil. Beni soğuktan ve sıcaktan korumaya yetecek minik ve eski bir ev sadece.”
“Ne kadar yazık. Ben sahip olduğum tüm paramla herkesin kıskanacağı güzellikte bir ev alıp annemle mutlu mutlu yaşayacağım. Keşke senin de güzel bir evin olsaymış annemle ziyarete gelirdik.” Dedi küçük çocuk. Arka arkaya aldığı üzücü cevaplardan dolayı canı sıkkındı.
“Haklısın, keşke ben de öyle bir ev alsaydım. Belki gerçekten gelirdiniz” dedi genç. Küçükken hep filmlerdeki gibi bir evin hayalini kurmuşsa da büyüyüp hayatın pahalılığıyla karşı karşıya kaldığı vakit bu hayalinden vazgeçmişti. Sohbetleri devam ettikçe adamın içindeki acı azalıyor, kalbindeki boşluk doluyor gibiydi. Çocuk ona bir hayalinden bahsediyor adamsa aynı hayalden neden ve nasıl vazgeçtiğini anlatıyordu.
“Amca madem hiçbir hayalini gerçekleştiremedin neden yaşıyorsun ki?” diye zalimce bir soru sordu çocuk. Adam uzun süre sessiz kalıp buna bir yanıt aradı. Çocuk için değil kendisi için arıyordu bu cevabı. Neden yapmamıştı? Neden her şeyden bu kadar kolay vazgeçmişti? Artık çok mu geçti? Hiçbir şey bilmiyordu. O esnada sorusunun yanıtsız kaldığını gören çocuk adamın ellerinden tutarak gözlerinin içine baktı:
“Amca sakın üzülme ben ikimiz için de hayallerimizi gerçekleştirebilirim. Böylece ikimiz de mutlu oluruz değil mi?” dedi masum bir gülüşle. Adam da gülüyordu.
“Bu beni de çok mutlu eder.” Dedi.
“Ama amca bana hala kim olduğunu söylemedin. Kimsin sen?” diye sordu çocuk. Adam gülümsedi. Çocuk gülümsedi. Adam artık nasıl iyileşeceğini biliyordu.




Yorumlar