İnanç
- İdil GÜNEŞ

- 13 May 2024
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 30 Ağu 2024
Dalgalar o gün her zamankinden daha da sert vuruyordu kıyıya. Yola çıktıkları zamanki havaya kıyasla bulutlar belirli bir yerde toplanmış, denize açılmak üzere olan bu balıkçı ekibine yaşanacak felaketi bildirircesine birbirlerine çarpıp gürüldüyorlardı. Çaresizce yapılan bir uyarıya benziyordu sesleri. “Balık yakalamak için yanlış günü seçmişe benziyoruz” dedi genç olan. Denizde geçirdiği süre diğer ikisinin yaşları toplamını bile geçmiş yaşlı balıkçı gözlerini devirmekle yetindi. Bu iki balıkçı arasında tuhaf bir bağ var diye düşündü aralarına yeni katılmış olan öğrenci. Ne bu çevre ne de bu insanlar hakkında çok bir bilgisi yoktu. Aslında onu yanına alan bilge görünümlü bir keşiş ona yapması için bir görev vermeseydi böylesi rezil bir yere gelmek uğruna günlerini yolculuk yaparak geçirmezdi. Keşişle birlikte olmasının sebebiyse hiçbir şeyden memnun olmayan babasının oğlunun kendi başına hayatta kalamayacak bir beceriksiz olduğunu fark edince hayatı daha iyi anlayabilmesi için onu bir keşişe emanet etmesiydi. Öğrenci, babasının kendisini aslında kibar ve üstü kapalı bir şekilde evden attığını fark ettiyse de sesini çıkarmamıştı. Kendisi de o evde kalmak istemiyordu ki babası öldükten sonra bile oraya hiç dönmedi. Yanında yetiştiği keşiş çok bilge gibi gözükse de aslında hiçbir şey bilmeyen yaşlı bir adamdı. Sakalı var diye sözleri dinleniyordu sadece. Yine de öğrenci bu yaşlı adamın kendisine neler kattığını inkar edemezdi. Onun sayesinde karnı doyuyor ve yatacak bir yer bulmakta sıkıntı çekmiyordu. Bundandır ki kendisine ıskarmoz adlı bir balık bulup getirmesini söyleyince kalkıp buralara kadar gelmişti. Bu sahil kasabasına ayak bastığı an düşündüğü ilk şey geri dönmek olmuştu. Her yer balık kokusu ve her şey balıktan yapılmaydı. Sanırım balık arayanlar için en doğru yer burasıydı ki kendisi de zaten bir balık arıyordu. Yine de bu ortama fazla katlanamayacağından emindi. Burada sonsuza kadar kalma düşüncesi bile onu hasta etmiş ve buradaki insanlara acımıştı. O esnada deniz kıyısının orada bazı sesler işitti. Bu sesler şu an teknelerine konuk olduğu balıkçılara aitti. Bir şeyler hakkında tartışıyor gibiydiler ama öğrenci ne olduğunu duyamadı. Duymak da istemiyordu zaten. Bir daha ne zaman bir balıkçı teknesiyle karşılaşacağını bilmediğinden hemen onlara doğru yürüyüp balıkçılardan kendisini de teknelerine almasını rica etti. İki adam sessizliğe bürünüp uzun uzun süzmüşlerdi öğrenciyi. Öyle derin bakıyorlardı ki öğrenci ruhunun derinliklerini bile inceledikleri hissine kapıldı. Tam vazgeçecekken genç olan kendi yaşıtlarında birini bulmanın heyecanıyla öğrencinin bu ani isteğini kabul etti. Yaşlı balıkçı gencin kendi kafasına göre karar vermesinden hoşnut olmadığını belli eden bakışlar atsa kendisine bir şey demeden homurdanarak tekneye geçti. Öğrenci tam sevinecekken tekneyi yakından görüp dehşete kapıldı. İçinden “Ben bir deniz olsam, üstümde böyle eski bir şey geçmesin diye sularımı çeker kurak topraklara dönerdim.” dediyse de bir şey belli etmeden tekneye bindi. Kötü hava şartlarına rağmen engin sulara açılmışlardı. Yol boyunca genç olan durmadan bir şeyler sorarken öğrenci tek tek cevaplamaya gayret etti. Yaşlı balıkçı sessizliğini hiç bozmadan onları dinliyordu. Öğrenci aslında onun bambaşka bir dünyada olduğunu ve kendilerini duymadığını da düşünmüştü bir ara ama genç olanın arada sarf ettiği saçma fikirlerine tükürüklerini saça saça karşı çıktığını görünce bu düşüncesinden vazgeçti. Birkaç saatin ardından hepsi sessizleşmiş ve balık tutmaya odaklanmışlardı. O sonsuz sessizliği anlaşılmayan bir ses bozdu. Öğrenci sesin geldiği tarafa bakmak için kafasını çevirdiğinde teknede değişik bir alet gördü. Ne olduğunu anlamayan bakışlarla incelerken yaşlı balıkçı fark etmiş olacak ki açıklama gereği duydu. “Radyotelefon deniyor adına. Bazen denizde sorun yaşanacaksa uyarıyorlar bizi karadan. Gerçi şu ana kadar lazım olmadı ama kaldırmaya da üşendim.” diye açıkladı. Öğrenci olan anladığını belli eder şekilde salladı başını. Bu kısa sohbetten sonra tekrar balık yakalamaya döndüler. Henüz hiç balık yakalayamamışlardı. Çok hızlı olduklarındandır diye düşündü öğrenci. Sonrasında beklenmedik bir şey oldu. Zaten bozulmuş olan hava daha da kötüleşti ve daha teknedekiler fark edemeden korkunç denilebilecek bir hızda yağmur yağmaya başladı. Tekne hızlı hızlı sallanıyordu. Aralarında tek endişeli olan öğrenci diğerlerine hemen karaya dönmeleri için yalvarırcasına bağırıyordu. Diğer ikisi ona endişe edecek bir şey olmadığını söylediler. Onların bu sakinliği öğrenciyi daha da sinirlendiriyordu. Nasıl bu kadar sakin kalabilirlerdi? Neye bu kadar güveniyorlardı? Bir türlü aklı almıyordu. Korku ve sinirden tizleşmiş sesiyle bağırarak sordu “Ne sizi bu kadar sakin yapıyor, ölmek üzereyiz görmüyor musunuz?” Genç olan heyecanla gülümseyerek öğrenciye dönerek “Bak işte bir tane ıskarmoz yakaladım bu görevin yeterli olmalı herhalde.” dedi. Şu an balık düşünebilmelerine inanamıyordu. Çaresizce ağlamaya başladı. O gerçekten de babasının dediği kadar işe yaramaz ve bir o kadar da korkaktı ki yaşadıkları olayın heyecanından pantolonunu ıslatmıştı. Genç olan teknede bir ıslaklık fark edince yaşlı adama "Galiba teknemiz su alıyor." dedi biraz telaşla. Yaşlı olan alayla sırıtıp öğrenciyi işaret etti kafasıyla. "Su aldığı falan yok. Bizim cesur delikanlımız korkudan altına işemiş." dedi. İki balıkçı da kahkahalar atmaya başladı. Bunca korkunç olay yetmiyormuş gibi üstüne bu ilkel adamlar tarafından aşağılanan öğrencinin ağlaması daha da şiddetlenmişti ki balıkçılar çıkan seslerin bulutlardan mı yoksa öğrenciden mi geldiğini anlayamadılar. Öğrencinin kendisini böylesine paraladığını gören balıkçılar dalga geçmeyi bırakıp ona sakin olması gerektiğini bu tekneye bir şey olmayacağını söylediler ama öğrenci güvence istercesine onlara nedenini sorup duruyordu. Yaşlı adam “Denize açılmadan kasabanın ermiş kadınından özel bir yağ aldık ve tüm tekneye sürdük. Bu kutsanmış yağ sayesinde Tanrı bizi her şeyden korur.” dedi. Öğrenci tekrardan dalga geçtiklerini sanarak öfkeyle onlara ne saçmaladıklarını sordu. Bunun üzerine genç olan sinirlenerek durumu tekrardan açıkladı: “Saçma olan tek şey senin gereksiz yere yaygara çıkarman. Sadece korunmak için yağ değil ayrıca bolluk getirsin diye kurbanlar da verdik. Bu da yetmedi tapınakta günlerce dua edip oradaki ermişlere paralar verdik. Şu an dünya üzerinde bu tekneden daha fazla kutsal ve bir o kadar da güvenli başka bir yer bulamazsın. Tanrı her zaman bizi izler. Neler yaptığımızın farkında. Bizim kadar sadık kullarının ölmesine asla izin vermez. O’nun her şeyi gördüğünü inkar edemezsin.” Öğrenci ne kadar ciddi olduklarını görünce şaşkına dönmüştü. Tüm bu ritüeller cidden onları böyle acımasız bir fırtınadan kurtarabilecek miydi? Uzaklardan bir hortumun yaklaştığını görüyordu. Sonlarının geldiğine emindi ama bu sözler onun da aynı balıkçılar gibi kutsal bir varlık tarafından korunduğunu hissetmesini sağladı. Onlar haklıydı. İzleniyorlardı. Bir saniye dahi başıboş bırakmazdı Tanrı hiçbirini. Onlar iyi insanlardı ve güvendeydiler. Bunca zaman bu şekilde sağ kurtulmuştu bu balıkçılar. Şimdi de aynısı olmalıydı, korkacak hiçbir şey yoktu. Bunları düşünürken gözlerini kapatıp balıkçıların bahsettiği o kutsal enerjiyi içinde hissetmeye çalıştı. Ne kadar da güven vericiydi bu kutsanmış tekne, bu verilmiş kurbanlar. Ne yazık ki büyük bir inançla kapattığı gözlerini bir daha açamadı öğrenci. O kurtarıcısını düşlerken uzaklardan gördüğü yıkıcısı olacak hortum çoktan yanlarına gelmişti, tekne alabora olmuştu bile. Batıyorlardı. Tüm bu felakete rağmen üç adamın da yüzlerinde bir sakinlik vardı. Etraflarındaki her şey karanlık bir maviye dönüştüğünde bile biliyorlardı ki kurtarıcıları onları izliyor ve yaptıkları her iyiliği biliyorlardı.
Ressam aniden duyduğu patırtı sesiyle uykusundan korkuyla uyandı. Sesin nereden geldiğini anlaması uzun sürmemişti. Üstünde aylarca çalıştığı "Denizde Üç Adam" adlı eseri yerde duran resim paletinin üstüne düşmüştü. Endişeyle tuvali yerden kaldırınca yüzünde kocaman bir hayal kırıklığı oluştu. Tüm resim, paletteki mavi boyaya bulanmış ve mahvolmuştu. Geriye koyu bir mavinin dağıttığı resimden başka hiçbir şey kalmamıştı. Resim mavinin acımasızlığına teslim olmuş gibiydi. Sadece gözlerini dinlendirmek için uzandığı yerde uyuyakalmış ve eserinin bu hale nasıl geldiğini ne görebilmiş ne de anlamlandırabilmişti. Camların açık olduğunu görünce dışardan gelen rüzgar devirmiş olsa gerek diye düşündü. “Neyse yapacak bir şey yok. Başka bir tane daha çizerim, dünyanın sonu değil ya.” diyerek kalktı ve maviye bulanmış tuvali çöpe atıp bir şeyler yemek için odasından çıktı.
Bu hikaye rastgele seçilmiş üç kelimenin bir araya getirilmesi ile yazılmıştır.




Yorumlar